Psikoloji biliminin öncülerinden ve psikoanalitik kuramın kurucusu olan Freud, daha önceleri geliştirmiş olduğu topografik modelin kişiliği açıklamakta yetersiz kaldığını düşünerek; topografik modeli destekleyici şekilde geliştirdiği yapısal kişilik kuramını ortaya koymuştur. Yapısal kişilik kuramı, sıkça duyduğumuz ancak yanlış anlamlandırdığımız popüler bazı kavramları içermektedir. Bu kavramlar “süperego, id ve ego” dur. Şimdi hem yapısalcı kuramı, hem bu kuramın kavramlarını hem de kuramın Türk İslam kültürü ile ilişkisine değinelim.

İD(alt benlik)

Freud, Psikoanalitik kuramında yer verdiği yapısal kişilik modelinin kavramlarından olan idi yani alt benliği basitçe insanın en ilkel hali olarak açıklamaktadır. İd; yaşam, ölüm, açlık susuzluk, uyuma, korunma, tehlikeden kaçma, cinsellik vb. temel içgüdülerimizi ve temel dürtülerimizi barındıran beyin bölümüdür.

İd ilkel insandır, yani; utanma, sıkılma, ahlak, mantık, suç ve ceza gibi değer yargıları yoktur. İdin doğuştan var olduğu düşünülmektedir. Tüm yeni doğanlar bu alt benlikle (ide sahip olarak) dünyaya gelirler. Sadece insan yeni doğanlarında değil hayvan yeni doğanlarında da bu ilkel yaşam dürtülerine rastlanır. Temelde idin üstlendiği görev yaşamdır. Bu ilkel yanı tüm hayat sahiplerinde gözlemlemek mümkündür. Hem insanlar hem de hayvanlar, yaşamı sürdürme ve neslini devam ettirme çabasını ortak olarak sürdürmektedir.

EGO (BENLİK)

Ego yani benlik en temel şekilde ifade edilecek olursa insanın bilinç sahibi olmasını ifade eder. İnsanlar doğumdan sonra çevrelerindeki yaşamları gözlemlemeye başlarlar ve bir zihinsel işlevsellik kazanırlar. Bu edinim insan benliğinin oluşumunun temelini oluşturur. Bebek dünya ile temas etmeye başladığı andan itibaren gereksinimleri gereği belli alışverişlerde ve kısıtlı bir iletişimde bulunarak bir biliş geliştirmeye başlar. Bebek, değerlendirme mekanizması geliştirerek gerçekliğe dair ipuçları edinir. Bu gerçeklik egonun temelini oluşturmaktadır.

Ego gerçeklik ilkesine göre çalışır yani kişinin gerçekçi akıl yürütme organı, mantıklı ve akılcı yanıdır. Şüphesiz ki Ego İnsanı diğer canlılardan ayıra zihinsel işlevleri ifade etmektedir. id bir bilince sahip değildir. Ego ise dış dünyayı algılayarak insanlarda bir değerlendirme yargısı geliştirir. Böylece karar verme mekanizması olarak çalışır. Bu karar mekanizması idin isteklerini de gerçeklik ilkesine göre değerlendirerek yargıda bulunur. İnsan egonun gelişmesi ile sadece ide bağlı olmadan uzaklaşarak diğer canlılardan farklılaşır.

word image 162 1

SÜPEREGO (ÜST BENLİK)

Süperego yapısalcı kişilik kurumunda kişiliğin son katmanı, en yüksek merci olarak yer alır. Süperego, benliği denetleyen bir yargıç rolü üstlenmektedir. Toplumda bilinen haliyle ise süperego insanın ahlaki yönü temsil eder. Freud ise tüm ahlaki kısıtlamaların ve mükemmellik yolundaki çabaların kaynağının süperego olduğunu ifade eder.

Süperego, Freud’a göre 5 yaşından itibaren gelişmeye başlar. Çocukların anne ve babaları ile toplumdan gördüğü ahlaki düşünceleri içselleştirmeleriyle oluşur. Süper egonun iki kısımdan oluştuğunu söyleyebiliriz Bunlardan ilki ego idealidir. Ego ideali otorite tarafından onaylanmış davranış ve kuralları ifade eder. Bu davranışlar ve kurallara uymak bireyin kendisini değerli hissetmesini sağlar. Diğer kısmı ise Vicdan olarak tanımlanmıştır. Vicdan ise toplum ve anne baba tarafından kötü olarak değerlendirilen yapıldığında kötü sonuçlara, cezalara sebebiyet veren kişi de suç ve pişmanlık duyguları uyduran kısmı ifade etmektedir.

İD EGO SÜPEREGO İLİŞKİSİ

İd ego ve süperego arasındaki ilişki, insanın sağlıklı oluşunu belirleyen önemli bir faktördür. Ego gerçeklik ilkesine göre hareket ederek id ve süperego arasında yeterli düzeyde dengeyi sağlayabiliyorsa uyumlu ve sağlıklı bir kişilik ortaya çıkabilmektedir. Eğer id, ego ve süperego arasında bir dengesizlik oluştu ise birey ruhsal yönden sağlıksız olmaya başlar.

İdi baskın olan kişi kontrolsüzdür. Haz ilkesine göre hareket eden birey, dürtüsel bir kişiliğe sahip olur. Yaptığı eylemleri ahlaki yönden sorgulamaz, sadece kendi isteklerine düşünür ve bu ilkel isteklere göre hareket eder. Hiç ahlaki değer, toplumsal örf ve otoritenin denetimine tabi olmayan birey, topluma uyum sağlayamadığı gibi toplumu huzursuz da kılar. Bu kişiler suç işlemeye, bencil davranışlara, gerekirse yalana, hatta tacize varan davranışlara gebe olmaktadır.

Onlar için kendilerini tatmin etme yolunda her şey mubahtır ve bu hazzı elde etme yolunda başkalarının bir önemi yoktur. Süper egosu baskın olan bir kişi ise aşırı katı ve tutucu kişilik özellikleri gösterebilir. Bu kişiler genellikle mükemmeliyetçi olurlar ve kendilerini başarıya mecbur hissederler. Genelde mükemmel olmak toplum nezdinde iyi olarak algılansa da mükemmeliyetçi bireyler yaptıkları iş, eylem ve davranış en iyisi olmadığı sürece kusurlu olarak algılarlar. Bu da onlar da tatminsizlik duygusunu oluşturur.

Örneğin, bir sınavdan 98 almayı dahi kabul edemezler. İşyerinde ayın elamı olmadıklarında kendilerini orda en kötü eleman olarak algılarlar. Süperego baskınlığı bireylerin otoriteye kolay boğun eğmelerine de neden olmaktadır. kendi faydalarına olmasa dahi ego ideali gereği otoriten isteği onlar için daha değerli olur ve otoriteye bağımlı hale gelinebilir. Egonun baskın olduğu kişiler ise daha gerçekçi, kendi istekleri ile toplumun değer yargılarının farkında olan, bunları dengelemeye ve mantık çerçevesinde doğru karar vermeye çalışan, toplum tarafından kabul edilen bireylerdir. Sağlıklı bir birey olmanın ön koşulu egonun idin isteklerine ve süper egonun yargılarına karşı baskın gelerek, bilinçli ve doğru kararlar verebilmektir.

YAPISALCI KURAMIN KÜLTÜRÜMÜZDE Kİ YERİ

id ego süperego, Türk İslam kültürü açısından incelendiğinde; idin kültürümüzde “nefis” terimine karşılık süperegonun “Kamil insan” terimine karşılık, egonun ise bu iki Kutup arasında mücadele eden ve doğruyu arayan “Kendi özümüze” karşılık geldiğini söyleyebiliriz.

Toplumumuzun çoğunluğu Freud’un fikirlerini her ne kadar çokça eleştirisi de derinlemesine incelendiğinde kendi inanç kültürleriyle birçok ortak yani olduğu görülecektir. Kültürümüzde de dinin, ahlakın ya da örfün denetimine tabi olmadan kendi nefsinin esiri olmuş bireyin toplumdan dışlandığı görülmektedir.

Yapısal modelde, id baskın ise toplumdan uyumsuz bireylerin ortaya çıkacağını söylemektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’in üslubu incelendiğinde Ahlakı yargılardan bahsetse de sürekli inşalara “siz hiç düşünmez misiniz? ve akletmez misiniz?” sorularıyla sorumluluğun benliğimizde olduğunu ifade etmektedir.